GERÇEK DOSTLUK > Mesaj Panosu > ŞEHİTLERE SAYGI

ŞEHİTLERE SAYGI


GönderenMesaj

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
1 Ekim 2007 Pazartesi 12:56:06
BU UNUTULUR MU ? (Ama malesef unuttuk...)

Birinci Dünya Savaşı`nda Ingilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kismi da Mısır`ın Iskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı`na hapsedildi.

Kampın tam adı, `Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı` idi. Bu kampta, 1918`de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tumen`in 48. Alayı`na baglı Osmanlı askerleri tutuluyordu.

12Haziran 1920`ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, agır hakaret ve aşagılamaya maruz kaldılar.

Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi...

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kamplarin Ingiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savas bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, Ingilizler`in işine gelmiyordu. Cünkü, olasi yeni bir savasta, bu askerlerin yeniden karşılarına cıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, Ingilizlerin beyinlerine işlenmişti.

Çözüm toplu katliamdı... Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin cok uzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak Ingiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarina izin vermiyorlardi. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez Ingilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Cünkü gözler yanmıştı...

Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahset, 25 Mayis 1921 tarihinde TBMM`de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır`da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan Ingiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM`nin teşebbüse geçmesini istediler.

Tabiiki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işide unutuldu gitti.

Ama onlar unutmuyorlar...

Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutması...


ŞEHİTLERİMİZE SAYGINIZ VARSA 3 dakikanızı almaz bu yazıyı arkadaşlarınıza göndermek.

ERMENİLER SOYKIRIM YAPILDI DIYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIYOR BİZİM TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK.

Masal perisi (karaağaç)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4940
1 Ekim 2007 Pazartesi 12:58:10

duyarlı davranışın için teşekkürler arkadaşım.

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
1 Ekim 2007 Pazartesi 12:59:28
SAOLASIN HEPİMİZ DUYARLI OLMALIYIZ

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
1 Ekim 2007 Pazartesi 13:00:20
DÜNKİ ŞEHİTLERİ GÖRDÜN BE ABLAM ÇOLUK ÇOCUK DİNLEMİYOR EŞKİYALAR

Masal perisi (karaağaç)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4940
1 Ekim 2007 Pazartesi 13:09:20
evet malesef gördüm. Allah rahmet eylesin.

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
1 Ekim 2007 Pazartesi 13:16:36
oruç tutan insanları kana bulayanlar müslüman değil insan değil hayvan değil yaratık bile olmazlar onlara hiç bir sıfat yakışmaz olamaz ama elbetteki yüce yaradan cezalarını verecek

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
1 Ekim 2007 Pazartesi 13:25:30

inşallah

Mustafa (drakancem)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4313
1 Ekim 2007 Pazartesi 17:38:57
Yıl 1992. Yer Şemdinli. Cumhurbaşkanı Özal, Jandarma Karakolunu ziyaret ediyor. Beraberinde Genelkurmay Başkanı, Jandarma Genel Komutanı ve Olağanüstü Hal Bölge Valisi. Karşılayan, Şemdinli Jandarma Sınır Tabur Komutanı Binbaşı Erdal Sarızeybek. PKK ile büyük bir çatışma sonrası şehitler var. Herkes üzgün. - Başınız sağolsun evladım. Anlat bakayım nasıl oldu bu saldırı? - Teröristler İran sınırından geçerek sabaha karşı yoğun roket ve makineli tüfek atışlarıyla şok etkisi sağlayıp mevzilerimize sızdılar. El bombası atarak 19 erimizi şehit ettiler. Çatışma öğleye kadar sürdü ve İran’a kaçtılar. - Bu teröristlerin İran’dan geldiği doğru mu? - Evet, Sayın Cumhurbaşkanım. - Emin misin? - Çatışma sonrası teröristler kaçarken İran karakolu destek verdi onlara ve araçlarla Urumiye’ye doğru gittiler... Uçaklarımıza bu karakolun koordinatlarını verdim vurmaları için, ama vurmadılar. Sağına baktı Özal, soluna baktı ve etrafındakilere dönerek, - Ben olsaydım vururdum, dedi. Bu satırları, dönemin Cumhurbaşkanı Özal’a yaşanan çatışma ile ilgili veren o günün Binbaşısı Erdal Sarızeybek’in “İhaneti Gördüm” adlı yakınlarda çıkan kitabının ilk sayfasından aldım. Hafta sonu yaşadığımız acı bir olay, yukarıdaki hadiseyi hatırlattı bana. Bir yandan Özal’ı rahmetle anarken, öbür yandan, “demek ki kolay Özal olunmuyor” diye düşünmeden edemedim. Keşke katılsalardı… Biliyorsunuz, büyük bir acımız var. Cumartesi akşam saatlerinde evlerine iftara yetişmeye çalışan bir minibüs vatandaşımız, Şırnak`ın Beytüşşebap İlçesi Beşağaç köyünde teröristler tarafından tarandı ve 13 vatandaşımız şehit oldu, bazıları da ağır yaralandı. Şehitlerimizin cenazesi Pazar günü kaldırıldı. Cenazeye katılan en üst düzey yetkili, Şırnak Valisi Selahattin Aparı oldu. Cenaze töreniyle ilgili haberleri televizyondan izlerken, gözüm devlet erkânını aradı. Hiçbiri yoktu. Çankaya Köşkü’nde Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev’i ağırlayan Cumhurbaşkanı Gül programında değişiklik yaparak şehitlerimize son yolculuğunda eşlik edebilirdi. Kaldı ki bu tablo, 10 gün önce bölgeye yaptığı ziyaretin mesajını güçlendiren bir fotoğraf sunar, dünyanın dikkatini PKK vahşetine çekmeye imkân verirdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) 62. Genel Kurulu`na katılmak üzere 20 Eylül`de gittiği ABD`deki temaslarını tamamlayarak pazar günü yurda döndü. Erdoğan`ı taşıyan özel uçak ``ANA``, saat 11.55`te Esenboğa Havalimanı`na indi. Erdoğan Ankara’ya inmeden, uçağı cenaze törenine katılmak üzere bölgeye yönlendirebilirdi. Daha 2 gün önce, PKK’ya yönelik sıcak takibe izin vermeyen ABD’nin gözüne parmak sokar gibi, güçlü bir mesaj verebilirdi bu katılımla. Ama Erdoğan, Özal’ın yaptığını yapmadı. Şehitlerin cenaze törenine gitmedi. Merak bu ya… Aynı saatlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ne yapıyordu acaba diye merak ettim. TSK’nın web sayfasına girdim. Sayın Büyükanıt’ın pazar günü katıldığı herhangi bir etkinliğe ait bir bilgi sayfada yer almıyordu. Acaba bakanlar nerdeydi diye aklımın ucundan geçmedi. İftar çadırında vatandaşla çorbaya kaşık sallamaktansa, şehitlerimizin tabutlarına omuz vermelerini tercih ederdim. Konuşurken mangalda kül bırakmayan diğer siyasi parti liderlerinin o sırada nerede olduklarını araştırmaya gerek bile duymadım. Sadece ‘yazık’ diye geçti içimden. Çok oldular… Yeter artık bu kadar kan. Daha samimi, daha çözüme yönelik adımlar atma zamanı gelmedi mi? Ateş neden sadece düştüğü yeri yakıyor. Ülke her gün verdiği şehitleri nerede ise kanıksamaya başladı. Tıpkı trafik kazalarındaki ölü sayısında olduğu gibi, şehit sayısı 10’u geçmediği sürece medyada haber değeri taşımayacak neredeyse. Fakat ateş çok büyük... Çok yürekler yanıyor. 2 yıl evvel gazetedeki köşemde, “Terör suçuna idam cezası...” başlıklı yazı kaleme almıştım. Yazıda, “Terör suçlarına idam cezası tartışılmalıdır. Gerçek adaleti tesis etmenin ve kamu vicdanını rahatlatmanın yolu budur” demiştim. İki farklı anket… Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde idam cezasını kaldırdık. Avrupa’nın sokaklarına çıkın ve anket yapın. AB vatandaşlarının büyük bölümü idam cezasını insanlık dışı olarak nitelendireceklerdir. Kim bilir belki de haklıdırlar da… “E, öyleyse... Bizde neden olsun ki?” demek için hemen acele etmeyin. Aynı ülkelerde bir hafta içinde farzı muhal şöyle bir manzara yaşansın. Tıpkı ülkemizde olduğu gibi günaşırı askerler pusuya düşürülerek öldürülsün, kalabalıkların ortasında birkaç yerde canlı bombalar patlasın, çocuklar hunharca katledilsin, yollara döşenen mayınlar yüzünden vatandaşlar huzur içinde seyahat edemeyecek hale gelsin. Böylesine huzursuz geçirilen bir haftadan sonra, aynı ülkelerde, “idam cezası kalkmalı mı, kalkmamalı mı?” şeklinde bir anket daha yapılsın. Bakalım sonuç nasıl çıkacak. Amerika’nın Irak’a saldırırken en büyük gerekçesi, “Saddam’ın 11 Eylül saldırılarını desteklediği” şeklindeydi. Bunun yalan olduğu bizzat Amerikan yetkilileri tarafından daha sonra itiraf edildi. Adamlar, göz göre göre bir yalana sarılarak önleyici terör bahanesiyle komşu ülkemizde taş taş üstünde bırakmıyorlar, üstelik 1 milyonu aşkın sivilin ölümüne neden oluyorlar. Biz ise, bu ülke rıza göstermiyor diye şehitlerimizin katillerine uzanamıyoruz. Bu iş böyle gitmez. Taviz verdikçe azıyorlar. Sadece söylemle bu işler önlenmez. Ermenistan Azerbaycan topraklarına saldırınca ne demişti Cumhurbaşkanı Özal; “Bir iki bombamız yanlışlıkla Ermenistan topraklarımıza düşse ne olur ki?” Dünyanın yüreği aman yaparlarsa diye ağızlarına geldi. Kim karşı çıktı Özal’a… Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel… Başka diyeceğim yoktur. Bunlarla bu kadar… alp gökhan inan.saygılarımla.şehitlerimize ALLAH`tan rahmet diliyorum.

Masal perisi (karaağaç)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4940
22 Ekim 2007 Pazartesi 00:49:29
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara`ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya`yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ`ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel`undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a`mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal`a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te`sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki`-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun`-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ`nın ebedî serhaddi;
"O benim sun`-i bedi`im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım`ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid`i...
Bedr`in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ`be`yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ`yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin`i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm`ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a`sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.


Mehmet Âkif Ersoy

Masal perisi (karaağaç)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4940
22 Ekim 2007 Pazartesi 00:50:04


Masal perisi (karaağaç)
Bu kişi şu an çevrim dışı.
4940
22 Ekim 2007 Pazartesi 00:50:50